İbn Haldun, 1. Ramazan ayında 1332 yılında Tunus’ta, nesli sahabilerden Vâil b. Hacer’e uzanan, Arap bir ailede doğdu. Aslı Yemen kabilelerinden Hadramut’a kadar uzanır. Dedelerinden, ilk olarak Halid b. Osman, Endülüs’teki Karmuna’ya hicret etti. Endülüs halkının âdeti olarak Halid olan ismine u ve n harfleri eklenerek ismi Haldun’a dönüştü.
İnsan, alışkanlıklarının çocuğudur.
Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer.
İlme yasak koyanlar veya insanları yalanla meşgul edenler, aklın ve insanlığın en büyük düşmanlarıdır.
Bil ki kötü ve yerilmiş ahlaktan uzaklaşıp, üstün bir ahlak ve kişiliğe sahip olmak, ancak kişinin kendisinde bir kemal ve yeterlilik vehmetmesiyle ve insanların kendisinin ilim ve sanatına muhtaç olduğunu hissetmesiyle gerçekleşir.
Kuşatıcı ve derin bir ilme sahip olan alim, çok iyi yazan kâtip ve son derece belagatli şiirleri olan şair olmak gibi.. Kendi sanatını çok güzel icra eden herkes, insanların kendi yaptığı işe muhtaç olduğunu vehmeder ve bununla insanlara karşı bir üstünlük sağlamış olur.
Ataları içinde bir hükümdar, meşhur bir alim veya herhangi bir hususta mükemmel olan birinin bulunduğu kimseler de aynı vehme sahip olur.
Aynı şekilde görmüş geçirmiş bilgili ve tecrübeli kimseler de kendilerinde bir mükemmellik hisseder ve insanların kendilerine muhtaç olduğu vehmine kapılır.
Bu insanların makam sahiplerine ve kendilerinden üstün durumda olanlara boyun eğmedikleri ve yalakalık yapmadıkları görülür. Diğer insanları da -kendilerinin üstün olduğuna inandıkları için- küçük görürler.
Evet bu kimseler hükümdara bile yalakalık yapmazlar, bunu alçaklık ve zül olarak görürler. İnsanların kendileriyle olan ilişkilerinde, kendilerinde vehmettikleri üstünlüğe göre muamele etmesini beklerler.
Bu şekilde hareket etmeyenlere kin beslerler ve belki de bundan dolayı hüzün ve kedere boğulurlar.
Hak ettikleri saygı ve hürmeti gerekli kılmak için veya insanların bundan yüz çevirmesinden dolayı, daima büyük bir zorluk ve sıkıntıya katlanmak zorunda kalırlar.
Oysa bu insanlar, makam sahibi olmadıkları için kendilerini üstün görmek istemeleri insanların öfkelenmesine yol açar ve böylece insanların iyiliklerinden hiçbir pay elde edemezler.
Sonuçta, kendilerinden üstün durumda olanlara boyun eğmedikleri ve yalakalık yapmadıkları için makam sahibi olamadıkları gibi üstünlük taslamak suretiyle diğer insanları da öfkelendirdikleri için geçimleri zorlaşır, fakirlik ve zaruret içine düşerler veya biraz daha iyi durumda olurlar.
Bu yüzden insanlar arasında ‘marifette kemale eren, nasipten mahrum olur’ sözü meşhur olmuştur. Bunun anlamı, birinin marifette rızıklanmış olması, nasipleneceği payın yerine hesap edilir ve böylece dünyevi payı kesilir. ‘Bir şey için yaratılmış olana o şey kolaylaştırılır.’
Her şeyi takdir eden Allah’tır ve O’ndan başka Rab yoktur.
Bu kişilikte olanlar sebebiyle, devlet makamlarının çoğuna düşük seviyeli kimseler gelirken, yüksek seviyeli kimseler de bu makamlardan iner. Bunun sebebi, devlet, üstünlük ve hakimiyette en ileri noktaya ulaştığında, yönetim sadece hükümdarlık hanedanının eline geçer ve diğerleri yönetime ortak olmaktan ümitlerini keser. Bu yüzden hanedanın dışındaki insanlar, hükümdarın hakimiyeti altında ve sanki onun köleleriymiş gibi diğer makamlara gelmek için çalışırlar.