M. Fethullah Gülen Hocaefendi Sözleri


Ağlamak; müteessir ruhların ferahlama gayreti ve vicdanda yanan ateşi gözyaşlarıyla söndürme hamlesidir. Ne var ki, insanların çoğu ağlanacak yerde güler, gülecek yerde de ağlarlar…
***

Ruh tutuşunca vicdan kavrulmaya başlar ve işte o zaman insan da ağlar. Bu esnada gözyaşları imdada yetişir ve ruhun ateşini söndürür. Bence çeşm ile çeşme arasındaki münasebet de buradan gelir…

Hizmet ve himmetin en küçüğü dahi mübecceldir ama, büyük himmetlere ihtiyaç hissedildiği bir yerde mini gayretler gerçek hizmete ihanettir.

Ruhu kanatlandırıp pervâz ettirecek ve kalbi dâima canlı tutacak tek şey, Yaratıcı’nın hoşnutluğu düşüncesidir.

Birden ortaya çıkan ve zahmetsizce gelenler, aniden kaybolur ve sessizce giderler
***
Günah nifakla aynı cinsten olduğu için kalbinde nifak kırıntıları bulunanlar günahlardan rahatsız olmazlar; masiyetin gönülde burkuntu hasıl etmesi mü’minlik alâmetidir
***
Estetik, irfanla zevk-i selimin inzimamından doğar
***
Bugün de Tâvus b Keysanlar, Fudayl b İyazlar, Hasan Basrîler niçin yetişmesin ki?! Evet, aslında çiçekler baharda açar; fakat, siz uygun seraları hazırlayabilirseniz, kış ortasında da olsanız en güzel çiçekleri derersiniz
***
Cehalet denen muzır varlığın yerde yeri yok ama gelin görün ki başlarda taht kurup oturan da o
***
Bazı kimseler ezbere konuştukları kadar ezber çalışsalardı Kur’an hafızı olurlardı
***
“Ben” diyen adamdan uzak olan Allah’a yakınlaşır; “bu hizmette benim yerim neresi?” diyene “derin bir gayya” demeli ve eklemeli, “şimdiye kadar bilmiyorduk ama beklentilerini ifade eden bu sualinle öğrendik”
***
Malikü’l-mülk öyle bir meliktir ki O’na kölelik sultanlıktır
***
Çok terakki edeceği ümidini besleyip hayal kırıklığı yaşadığım öyle kimseler var ki, zannediyorum, bazı günahları küçük gördüklerinden kurbet yolunda mesafe katedemiyor ve oldukları yerde sayıyorlar; oysa, mü’min bir harama nazar, bir hilaf-ı vaki beyan ya da bir gıybetten dolayı ömür boyu ızdırap duymalı
***
Yeryüzü din-i İslam’a, din ise hakkıyla temsile muhtaçtır
***
Sizden öncekiler hakkında suizan etmezseniz, arkadan gelenlerin zihinlerini ve dillerini kirletmezsiniz..

Geleceğin emniyet ve güven üzerine kurulması, geçmişin iyi bilinip tanınmasına, hissedilip ruhlarda korunmasına bağlıdır.

İnsan, düşünce dünyasına göre şekillenen bir varlıktır. O, nasıl düşünüyorsa, istidadı ölçüsünde, öyle olmaya namzettir.

İnsan, belli bir düşünceye göre, eşya ve hadiselere bakışı devam ettiği sürece, karakter ve ruh yapısı itibariyle, yavaş yavaş giderek o düşünce çizgisinde bir hüviyet kazanır.

Yarla hemdem olmayan hicrandaki azabı bilemez.

İnsan bir şeye kendini kaptırdığı ölçüde, yavaş yavaş o şeyin tesirine girer ve onda fani olur.

Her türlü muvaffakiyetin ilk şartı iman ve mücadele gücüdür.

İnsan imtihanlarla saflaşır ve özüne erer. Hayat, imtihanlar sayesinde yeknesaklıktan kurtulur ve renklilik kazanır. Ruh imtihan gördüğü nisbette olgunlaşır ve büyük işleri göğüsleyebilecek hale gelir. Geçirilen imtihanın ağırlığı ve soruların terleticiliği nisbetinde, ferd, insanlık mektebinde sınıf geçmeye ve yükselmeye başlar.

Ruhunu inançla yükseltip, gönlünü faziletlerle donatanlara ne mutlu.

Çile, yüce hedeflere varmanın ve yüksek neticeler elde etmenin tek yoludur.

Her doğuş bir ölümün ve her ölüm de yeniden bir doğuşun habercisidir.

İnsan herhangi bir ideale, inandığı ölçüde gönül verir ve alâkadar olur.

Sebeplere riayet bir mükellefiyet ve vazife; neticenin, ALLAH’ın elinde olduğuna inanmak ise tevhiddir.

Hak yolunda, millet yolunda çekilen sıkıntılar kadar insanı günahlardan arındıran, ulvileştiren ikinci bir şey daha yok gibidir.

SABIR İNSANIN İMAN SEVİYESİNİ GÖSTERİR …

Namaz kılmana, oruç tutmana, zekat vermene vesile ilim olsa da Allah’ı sana namaz, oruç, zekat gibi ameller bildirecektir; zira, marifete ilimle değil amelle erilir

***

Yunus, Taptuk’un kapısındayken “Buraya odunun bile eğrisi girmemeli” diyerek ona saygısını göstermiş Ben olsaydım, “Bütün eğriler buraya uğramalı; zira, bu dergah doğrultan bir kapı!” der, oraya giren eğrilerin de dışarıya düzelmiş olarak çıkacağına inanır ve Mevlana gibi “Ne olursan ol, yine gel!” sedasıyla herkesi çağırırdım

***

Kulluğun önemli bir yanı Hakk’ın tercihini tercihine tercih etmektir

***

Değişme kaçınılmazdır ama o derinleşme adına olmalıdır, kayma hesabına değil Hubb-u cah, rehavet ve yuvaperestlik gibi virüslerden kaynaklanan olumsuz farklılıklara değişme değil sukut denir

***

Âyât-ı tekvîniyeyi andıkça insanın imanı artar

***

Kalb ve akıl süzgecinden geçirilmeden zihne doldurulan bilgiler insanın gönlünde hayret, haşyet ve muhabbet hasıl etmez; dolayısıyla da, Allah’a bir adım daha yaklaştırmayan, aksine O’ndan uzaklaştıran bu bilgi kırıntıları -ne kadar parlak görünürse görünsün- sadece lüks ve fanteziden ibarettir

***

Günümüzde zikrullahın yerini zevk u şevk almış gibi; oysa, Allah’ı anlatmaya giderken Allah yolunda Allah’la beraber olmak için zikrullahla dolmalı, Hak uğrundaki seyahati zevk ü tarabla harcamamalı

***

Sahabe efendilerimizin de kerametleri olmuştu ama onlar halk arasında çok yayılmamıştı; çünkü, yaşadıkları dönemde Kainatın Güneşi nuruyla her yanı kaplamıştı
güneş varken hangi yıldızın ışığı görünür ki?!

***

Amel pratik iman, iman da nazarî ameldir; biri diğerinden ayrı olamaz

***

Âlem seni her şey gördükçe sen kendini lâ-şey (hiç) bilmelisin

***

Su-i zan maddî-manevî bir sukuttur; hakkında su-i zan edilen şahıslara göre bu başaşağı gidişin hızı ve içine düşülen çukurun derinliği değişir


Bir yanıt yazın